1 Ekim 2007 Pazartesi

Kurtlar Vadisi Pusu'nun Yeni Baronları

PUSLU VADİNİN YENİ BARONLARI





PUSLU VADİNİN YENİ BARONLARI



Kurtlar Vadisi Pusu’da Polat Alemdar’ın peşine düşeceği karanlık ilişkilerde 4 büyük ailenin parmağı var. Bu ailelerin reisleri, Vadi’nin yeni baronları olacak.

İşte isimler:

Tataroğlu Ailesi: Davut Tataroğlu (Can Gürzap)

Hazarbeyoğlu Ailesi: Ahmet Kudret Hazarbeyoğlu (Bozkurt Kuruç)

Karacadağ Ailesi: Celal Karacadağ (Ecder Akışık)

Kaçgar Ailesi: Turan Kaçgar (Selçuk Özer)



***
Kurtlar Vadisi Pusu’da Polat Alemdar’ın peşine düşeceği karanlık ilişkilerde 4 büyük ailenin parmağı var. Bu ailelerin reisleri, Vadi’nin yeni baronları olacak.

İŞTE VADİ’NİN 4 BARONU!

Tataroğlu Ailesi: Davut Tataroğlu (Can Gürzap)
Hazarbeyoğlu Ailesi: Ahmet Kudret Hazarbeyoğlu (Bozkurt Kuruç)
Karacadağ Ailesi: Celal Karacadağ (Ecder Akışık)
Kaçgar Ailesi: Turan Kaçgar (Selçuk Özer)

VE İŞTE O 4 AİLENİN SOYAĞACI!

TATAROĞLU AİLESİ

Davut Tataroğlu’nun (Can Gürzap) reisi olduğu aile, bir çok sektörde adından söz ettiren, ancak kirli işlere de bulaşmış bir aile. Davat Tataroğlu’nun oğlu Fuat Tamer (Ragıp Savaş) babasıyla birlikte holding yönetiminde. Tataroğlu ailesinin kızı İnci Yıldız (Sema Şimşek), yine babasının sağ kolu Yalçın Yıldız’ın (Zafer Algöz) erkek kardeşi Kemal Yıldız (Özgür Yüksel) ile evli. Tataroğlu ailesinin kirli işlerine bakan kişi ise Yalçın Bulut (Hüseyin Avni Danyal).

HAZARBEYOĞLU AİLESİ

Hazar göçmeni olan bu ailenin reisi Ahmet Kudret Hazarbeyoğlu (Bozkurt Kuruç). Küçük kardeşi Mehmet Fikret Hazarbeyoğlu ile (Neco) yıldızları bir türlü barışmıyor. Ailenin kirli işlerine İbrahim Velid (Payidar Tüfekçioğlu) bakıyor.

KARACADAĞ AİLESİ

Karacadağ ailesinin reisi Celal Karacadağ (Ecder Akışık). Üvey kardeşi Cemal Karacadağ (Atsız Karaduman) ile hemen hemen hiçbir konuda geçinemiyorlar. Ailenin sağ kolu Bedri Fincancı (Volkan Özgömeç), kirli işlere bakıyor.

KAÇGAR AİLESİ

Kaçgar ailesinin reisi Turan Kaçgar (Selçuk Özer). Turan Kaçgar’ın abisinin oğlu Kabil Kaçgar (Savaş Özdemir), amcasının gözdesi olarak işlerin içinde. Kaçgar ailesinin kirli işlerine Hakkı Bafralı (Yılmaz Meydaneri) bakıyor.

Dizide Geçen İran'lı Eski Bakan Yardımcısı Gerçekte Kim ? Cevabı Burada ..




İran eski Savunma Bakan Yardımcısı Ali Rıza Asgari 7 Şubat'ta İstanbul'da kaybolunca tüm istihbarat servisleri alarma geçti. Asgari'nin hayatta olup olmadığı, hayatta ise nerede olduğu tam bir muammaydı. İstihbarat servisleri olayı aydınlatmaya çalışırken, Türk istihbaratı büyük bir başarıya imza atarak Asgari'ye ulaştı. Haberi Türkiye ve dünya medyasında ilk kez TGRT Haber duyurdu.


Olayın özü bu..Ve Kurtlar Vadisi Pusu nun sezon sonu bölümündeki olay ile aynı oldugunu görebiliyoruz.Asgari 15.Mart 2007'de bulunuyor.Kaybolduğu günden 1 aydan fazla bir süre sonra ..
Olayın özünü,geniş araştırması aşağıdaki yazıda mevcuttur ..

ABD Başkanı George Bush, Irak'a ek asker gönderilmesini öngören yeni istikrar planını açıkladığında, İran'ın ülkeye silah soktuğunu ve Amerikan çıkarlarına karşı operasyonlar düzenlediğini vurguladı. Bush'un konuşmasını yaptığı saatlerde Amerikan ve Irak askerleri Kuzey Irak'taki Erbil kentinde bulunan İran diplomatik temsilciliğine baskın düzenledi. 11 Ocak'taki operasyonda aralarında üst düzey istihbarat subaylarının ve El Kuds Tugayları'nın 3'üncü ismi Albay Fras Hassami'nin de bulundu 8 İranlı gözaltına alındı. İsrail istihbaratına yakınlığıyla tanınan DebkaFiles haber sitesine göre, Irak'ta 5 Amerikan askerini infaz eden Asgari'nin ortadan kaybolmasıyla ilgili, casusluk filmlerini aratmayan bir haber yayınladı. İsrail, Arap ve İranlı istihbarat kaynaklarından Asgari ile detaylı bilgiler alan Debka'nın müthiş iddiaları ise şöyleydi:
Tahran, İranlı istihbaratçıların serbest kalabilmesi için karşı operasyon düzenleme kararı aldı. Bu noktada 2005 yılına kadar İran Savunma Bakan Yardımcılığı yaptıktan sonra Irak'ta İran istihbarat birimlerinin direktörü olarak görevlendirilen General Ali Rıza Asgari devreye girdi. Asgari, İran özel komando timlerini kullanarak Irak'ın güneyindeki Kerbela kentinde 5 Amerikan askerini kaçırdı. Amacı, askerleri İranlı 8 istihbaratçının salıverilmesi için kullanmaktı. Ancak ABD'li yetkililer pazarlık etmeye yanaşmadı. Bunun üzerine 20 Ocak günü Amerikan askerleri kurşuna dizilerek öldürüldü.
Bu olayın ardından ABD, General Asgari'nin peşine düştü. Asgari'nin ele geçirilmesiyle İran'ın Irak'ta yürüttüğü tüm askeri ve espiyonaj operasyonları hakkında bilgi edinilmesi hedefleniyordu.
Gelişmelerden endişelenen Asgari, izini kaybettirmek için Suriye'nin başkenti Şam üzerinden Türkiye'ye kaçtı. 6 Şubat günü, Türk vatandaşı olmayan iki kişi Askari adına İstanbul'daki Ceylan Intercontinental Oteli'nde bir oda ayırttı.
Asgari, 7 Şubat tarihinde İstanbul'a ulaştı. Ancak Ceylan'a hiç gitmedi. Bunun yerine daha ucuz bir otele bavullarını bırakmayı tercih etti. Otelden hemen ayrıldıktan sonra ise kendisinden bir daha haber alınamadı.
General Asgari'nin Türkiye'ye geldikten sonra izini kaybettirmek için sahte bir pasaport kullanarak üçüncü bir ülkeye kaçmış olma ihtimali bulunuyor. Ancak İran, Asgari'nin İstanbul'da Amerikan istihbarat ajanları tarafından yakalanmış olduğunu düşünüyor. Tahran yönetimi Asgari'nin bulunması için sarı bültenle Interpol'e başvurdu.

ASGARİ'YE BİR HAFTA ÖNCE ULAŞILDI
İşte bu olasılıkların ardından TGRT Haber çok önemli kaynaklara ulaşarak Asgari'nin bir batılı ülkede olduğunu ortaya çıkardı. Asgari'nin İstanbul'dan ayrıldığı günden bu yana peşinde olan Türk istihbaratı bir hafta önce bir batılı ülkede izine ulaştı. Ve Asgari ile bağlantıya geçildi. Aynı zamanda özellikle ABD, İsrail ve İran istihbarat servislerinin de peşinde olduğu Asgari ile görüşmeyi başaran Türk istihbaratı, olayın arkasındaki sır perdesini çözmeye çalışıyor.
Bir haftadan bu yana Askari ile yapılan görüşmeler sürerken bir çok soruya da cevap aranıyor. Özellikle Asgari'nin Türkiye'de bulunduğu süre içerisinde kimlerle görüştüğünü çözmeye çalışan istihbarat elemanları Asgari'nin can güvenliği için de olağanüstü yoğun bir çaba harcıyor.

Bu arada Washington Post gazetesinde geçtiğimiz hafta Dafna Linzer imzası ile yayınlanan haber'de de Askari'nin batılı bir ülkede olabileceği ihtimali üzerinde durduğu dikkat çekiyor. İranlı yetkililer de Asgari'nin Avrupa'da olma ihtimali üzerinde durdukları yönünde de açıklamalar yapmıştı. Amerikan İstihbarat Servisi CIA ve İsrail Gizli Servisi Mossad, özellikle Askari'ye Hizbullah'ın İran bağlantıları, İran'ın Nükleer çalışmaları nedeniyle ulaşmak istiyor.
Öte yandan Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Levent Bilman, Türkiye'de kaybolduğu iddia edilen, eski İran Savunma Bakan Yardımcısıs Ali Rıza Asgari'nin akıbeti konusunda İran ile işbiriliği içinde olduklarını söyledi.


Aşağıdaki olaylar Yukarıdakilerin devamı niteliğinde ..Belki bunlar da dizinin ilerki bölümlerinde çıkabilir ..
Asgarinin kaçırılıp bulunmasından 2 ayı aşkın bir süre sonra Trabzon'da İran özel uçağı esrarengiz bir şekilde düşüyor.Yani düşürülüyor ..Uçağın nükleer malzeme taşıdığı iddaa edilmişti .

Okuyun ;



kAYNAK : www.netgazete.com

İlk olarak uçağın kayıp haberi ;


Trabzon'dan 12.30 sıralarında İran'ın Tebriz kentine gitmek üzere havalanan 650-T tipi 2 motorlu jet uçak, Çaykara ilçesinde radardan kayboldu. Trabzon'dan havalanan ve İran'a gitmek üzere yola çıkan uçakta, 1 İngiliz, 1 de Pakistanlı olduğu öğrenildi. Trabzon Valisi Nuri Okutan, uçağın havalandıktan kısa bir süre sonra radardan kaybolduğunu söyledi. Uçaktan en son Çaykara'nın Tufa Yaylası üzerinde sinyal alındığını ifade eden Okutan, jandarmanın arama-kurtarma çalışması yapmak üzere bölgeye gittiğini kaydetti.
Bayburt, Gümüşhane ve Trabzon arasındaki geniş bölgede başlatılan çalışmaların gece de devam edeceğini kaydeden Okutan, bölgenin dağlık olması nedeniyle çalışmaların zor olacağını da sözlerine ekledi. Uçağın düşmüş olduğu tahmin ediliyor.
Bu arada düştüğü tahmin edilen uçakta bulunan 2 kişinin kimlikleri belirlendi.10 Mayıs 2006 günü Ankara'dan 650-T tipi 2 motorlu jet uçakla havalanan İngiliz Mmihiael Newman ve Pakistan uyruklu B. Hangoo aynı gün Trabzon Havalimanı'na indi. İran'ın Tebriz kentine gitmek üzere Trabzon'a geldikleri öğrenilen İngiliz Newman ve Pakistanlı Hangoo, 11 Mayıs günü kullandıkları uçakla havalanmak istediler ancak teknik sebeplerden ötürü başarılı olamadılar.
Pazar günü saat 12.30'da kullandıkları 650-T tipi 2 motorlu jet uçakla Tebriz'e gitmek üzere havalanan 2kişinin kullandığı uçak bir süre sonra radardan kayboldu.
En son Çaykara'nın Tufa Yaylası üzerinde sinyal alınan uçağın düştüğü tahmin edilirken, arama kurtarma çalışması yapmak üzere jandarma ekiplerinin bölgeye sevk edildiği bildirildi.

UÇAK, SÜRMENE'DE ARANIYOR!
Kayıp uçaktan, en son Trabzon’un Sürmene İlçesi’nin güneybatısında yer alan Koçalak tepesi civarında sinyal alınması nedeniyle, arama-kurtarma faaliyetleri bu bölgede yoğunlaştı.
Ulaştırma Bakanlığı’ndan yayınlanan yazılı açıklamada, Trabzon’dan 13 Mayıs’ta kalkan İngiliz tescilli SKY ARROW 650T tipi uçağın, havalandıktan sonra gidiş meydanına inmediğinin tespit edildiği, hemen ardından da arama-kurtarma çalışmalarının başladığı bildirildi. Açıklamada, uçaktan en son Trabzon’un Sürmene İlçesi’nin güneybatısında yer alan Koçalak tepesi civarında sinyal alındığı, bu nedenle havadan ve karadan arama-kurtarma çalışmalarının bu bölgede devam ettirildiği kaydedildi. Açıklamada, adı geçen bölgede, jandarma, sivil savunma ve havadan da uçak ile yürütülen arama-kurtarma faaliyetlerinin sürdüğü, gelişmeler konusunda bilgi verileceği belirtildi.


Daha sonra uçağın düştüğü anlaşılıyor ve Yeni Şafak
İbrahim Karagül'ün Köşe Yazısı :


Trabzon'da düşen uçakla ilgili komplolar bitmiyor. Uçak düşürüldü mü ? ne taşıyordu ? CIA/Mossad o uçağı neden düşürdü? Türkiye'de neler oluyor? Yabancı istihbarat servislerinin gündelik hayatı etkileyecek kadar etkili olduğu bir ülkenin vatandaşları kendini nasıl güvende hisseder? Bir CIA mensubu ABD'den daha rahat ...

... Türkiye'de çalışabiliyorsa, bir Mossad mensubu İsrail kadar rahat Türkiye'de hareket edebiliyorsa, herkesi izleyebiliyorsa, dinleyebiliyorsa, limanlarını ve havaalanlarını istediği gibi kullanabiliyorsa, hava sahasında kayıtlara geçmeyen uçuşlar yapabiliyorsa, insan kaçırabiliyorsa, düzmece kazalar planlayabiliyorsa böyle bir ülkenin kendi güvenliği, vatandaşının güvenliği nasıl sağlanır? Evlere bile girip baskınlar yapabiliyorsa, cezaevlerine girip insanları sorgulayabiliyorsa bize düşecek söz nedir?

Özellikle son yıllarda, Irak işgaline paralel biçimde İstanbul ve Ankara CIA ve Mossad'ın adeta merkez üslerine dönüştü. Öyle ki, Türk istihbaratı bile kendi ülkesinde olan bazı gelişmeleri bu çevrelerin bilgisiyle görür oldu. Öyle ki, bu bir ülkenin gururunu rencide edecek noktaya ulaştı.

Bir süre önce İran Savunma eski Bakan Yardımcısı Ali Rıza Asgeri İstanbul'dan kaçırıldı. Ne amaçla geldiği, kimlerin kaçırdığı, nasıl kaçırdığı, nereye götürüldüğü hâlâ belli değil. CIA ve Mossad'la işbirliği mi yaptı, yoksa “paketlenip” götürüldü mü? Türkiye ile İran arasında onca temasa, araştırmaya, ziyaretlere konu olan istihbarat operasyonunda bir adım bile yol alınamadı. Asgeri'nin Hizbullah'ın kurucusu olduğu, İsrail'e karşı saldırıları örgütlediği, hatta 243 Amerikalı deniz piyadesinin ölümüne yol açan1983'teki meşhur Beyrut saldırısını organize ettiği öne sürüldü. Ama en önemli iddia, İran'ın son yıllardaki savunma alanındaki yenilikleri, özellikle nükleer sırları, Lübnan'daki çalışmaları, Irak içindeki gücü ve operasyonlarıyla ilgili çok önemli bir kaynak olduğu yönündeydi.


En son Almanya'daki ABD üssünde olduğuna dair bilgiler sızdı. Ailesi ise kesinlikle kaçırıldığını söylemeye devam etti. İstihbarat kaynaklı dezenformasyon bombardımanı içinde bunların ne kadarının doğru olduğu hâlâ bilinmiyor. Tek bir gerçek var, İranlı generalin İstanbul'da kaçırıldığı ve kendisinden hâlâ haber alınamadığı. İstihbarat tarihine geçecek bu olayda Trük istihbarat birimlerinin ne tür bir rol oynadığı da hâlâ bilinmiyor.

Şimdi istihbarat tarihine geçecek, romanlara konu olacak yeni bir olay daha var karşımızda. Yine Türkiye'de, yine İran'a karşı ve yine CIA, Mossad şüphesiyle. Yine Türk istihbaratının rolü tartışmasıyla. Ve özellikle son zamanlarda ciddi tartışmaların merkezinde olan Trabzon'da…

Eski Doğu Bloku ülkelerinden birinden kalkan, (Varşova ya da Prag olabileceği iddia ediliyor) Atina'ya uğrayan, Ankara'ya gelen, burada iki gün kalan sonra Trabzon'a giden oradan İran'ın Tebriz kentine havalanan Sky Arrow T600 tipi iki kişilik bir uçak Trabzon'dan havalandıktan bir süre sonra bilinmeyen bir nedenle “düşürülüyor.” İngiliz pilot ve Pakistanlı “general” ölüyor.

Bilmece burada başlıyor. Uçağın, general olan yolcusunun izlendiği, Trabzon'da kaldıkları süre içinde yaptıkları 90 telefon konuşmasının dinlendiği ortaya çıkıyor. Uçaktaki çok kıymetli yolcunun Pakistan Devlet Başkanı Pervez Müşerref'in emir subayı ve eski pilotu olması kafaları daha da karıştırıyor? Doğu Avrupa'dan, yakın başkentlere uğrayarak gelen ve İran'a gidecek olan Müşerref'in emir subayı izleniyor ve uçağı düşürülüyor. Bundan daha heyecanlı hikaye mi olur!

İddialar şöyle: Uçak nükleer kaçakçılık için kullanılıyordu. Pakistanlı general İran'a nükleer sırlar taşıyordu. İran nükleer santrallerinin çalışması için gereken “chip”leri götürüyordu. Pakistan'dan İran'a nükleer teknoloji transferi yapılıyordu.

İzlenen uçak, İran hava sahasına yaklaşması ile izleyenler tarafından düşürülüyor. Hangi yöntemle? Bu şimdilik bilinmiyor? Kim düşürdü? CIA ve Mossad. Hatta Rusya'nın da desteğiyle. Hatta Türk istihbaratının işbirliği ile… Tabii henüz netleşmemiş cevaplar bunlar.


İranlı general aynı amaçla kaçırıldı. Pakistanlı general aynı amaçla öldürüldü. Türkiye toprakları ve hava sahası aynı şekilde kullanıldı. CIA ve Mossad aynı şekilde istediğini yapmaya devam ediyor.

Peki uçak izlenmesine rağmen, havaalanlarında beklemesine rağmen, Atina ya da Ankara'da neden kontrol altına alınmadı? Ankara'da iki gün kaldı, neden bir şey yapılmadı? Daha sorulacak çok soru var ve bunları sormaya devam edeceğiz.

İran'a karşı savaş Türkiye topraklarında uzunca bir süredir devam ediyor. Edecek ve bu savaş tırmanacak da. İran-Irak-Kuzey Irak eksenindeki bu savaş, hep böyle istihbarat operasyonlarıyla kalmayacak. Ve Trabzon'a bir kez daha dikkat etmek gerekiyor.


Bütün bu olaylar kapatıldı,bir daha açılmadı.
Sizce de ilginç değil mi ?
Kurtlar Vadisi senaryosu hayal ürünü değil elbet

Vadinin Kadınlarını Tanımak İçin Tıklayın!

VADİ'NİN KADINLARI






Kurtlar Vadisi Pusu'da rol alan Nefise Karatay, Sema Öztürk, Sema Şimşek Hakkı ve Zeliha Çal, hangi karakterleri canlandırıyor? İşte hepsi burada.





AHU TOROS / Nefise Karatay

Selçuk Toros'un yeğenidir. İyi bir eğitim almış, bu sayede babası ve amcasına aile şirketlerinin yönetiminde yardım etmeye başlamıştır. Vakur ve kararlı yapısıyla kendisini yolundan çevirmeye çalışanlarla mücadele eder. Şüpheciliği ve yaşadıkları Polat'a karşı olan hislerinde ikircikler yaratmaktadır�

JÜLİDE TOROS/ Sema Öztürk

Ali Selçuk Toros'un ikinci eşidir. Güce olan zafiyeti, ihtirasları Toros Ailesi'nin başına dertler açmaktadır. Ahu'yla anlaşamaması ama Selçuk'u çok iyi yönlendirebilmesi sürekli gerginlik kaynağıdır�

İNCİ YILDIZ/ Sema Şimşek

Davut Tataroğlu'nun kızıdır. Kemal ile İngiltere'de okurken tanışıp evlenmiştir. Ailenin işlerine alt düzeyde başlamasına rağmen hırsı ve çalışkanlığı sayesinde yükselmeyi başarmıştır.

ASU MİRAY SONKAN / Zeliha Çal

Genetik ihtisasını Almanya'da tamamlayıp Türkiye'ye dönmüş bir tıp doktorudur. İşindeki başarısıyla Turan Kaçgar'ın dikkatini çekmiş ve onunla yakınlaşmaya başlamıştır.



19 Nisan 2007


Kaynak:www.kurtlarvadisi.com

Muzaffer Tekin Kimdir ?



Kurtlar Vadisi Pusu'nun 11.bölümünde izleyici karşısına çıkan ''Palaska Zafer'' in aslında Cumhuriyet gazetesinin bombalanması olayına karışan emekli asker ''Muzaffer Tekin' i canlandırdığı tespit edildi ..

MUZAFFER TEKİN KİMDİR ;

Muzaffer Tekin 1972 Harp Okulu mezunu emekli bir subaydır. Baba tarafından 7 göbek asker bir aileye mensuptur. Dedesi Ahmet Rıza Bey Atatürk'ün sınıf arkadaşıdır. Büyük dedesi Çanakkale Boğaz Komutanı Cevat Paşa, daha büyük dedeleri Gelibolu Sancak Beyi Ali Naşit Bey ve Yeniçeri Ağası Örneksiz Mustafa Ağadır. Babası Salih Raci Tekin Emekli Albay olup, gazeteci İlhami Soysal olayına karıştırılmış ve bu olaydan kendisi beraat etmiştir.

Muzaffer Tekin 1974 yılında Kıbrıs Barış Harekatına Komando Tugayı ile Teğmen rütbesinde iştirak etmiş olup, üstün cesaret ve feragat madalyası (Altın) ile taltif edilmiştir.

Meslek hayatı boyunca, Türkiye'nin çeşitli birliklerinde görev yapmış olup başarılarından dolayı bir çok ödül almıştır. 1985 yılında Tuzla'da Piyade Okulunda görevli iken 4 teğmenin dövülmesi hadisesinde bilahare olayın geçtiği yerde meydana gelen tahribatla ilintilendirilerek askeri mahkemeye sevk edilmiş ve daha sonra görevine iade edilmiştir. Askeri Mahkeme süreci devam eder iken mümtazen terfi durumunda neticesi beklenilmeden Askeri Şura kararı ile - O yıliken- re'sen emekliye sevk edilmiş, müteakiben konu sivil mahkemeye intikal etmiş ve kendisi bu olaydan beraat etmiştir.

Emekli olduğu günden itibaren bu güne kadar ayrılmış olduğu kuruma (TSK) büyük bir sadakatle bağlı kalmıştır. Hiçbir sivil toplum örgütü ve siyasi parti mensubu değildir.

Danıştay Saldırısı (Cinayeti) ve Cumhuriyet Gazetesi'ne Mayıs ayında bir haftada gerçekleştirilen 3 ayrı saldırının azmettiricisi ve saldırıyı düzenleyen çetenin lideri olmakla suçlanan kişi. Eski Yüzbaşı. lakaplarından biri 'Albay'. Diğer lakabı ise 'Kızılelmacı'.

Radikal milliyetçi gruplar ile sol grupları uzlaştırmaya çalışan bir kişi olarak tanımlanıyor. Derin devletin Türkiye'de ve KKTC'de uzantısı olarak tanımlanıyor.[1]

Alparslan Arslan tarafından gerçekleştirilen Danıştay Saldırısı'ndan sonra kayıplara karıştı. Olaydan birkaç gün sonra kalbi civarından bıçaklandı ve bazı kişilerce hastaneye bdırakıldı. Getiren kişiler polis gelmeden kaçtılar. Muzaffer Tekin ilk sorgusunda saldırganı tanıdığını açıkladı. ( Dizinin ilerki bölümlerinde kaleme alınabilir. )

Danıştay'a ve Cumhuriyet Gazetesi'ne yönelik saldırıların kilit ismi olarak aranırken esrarengiz bir şekilde göğsünden bıçakla yaralanmış halde hastaneye kaldırılan ve intihar etmek istediği öne sürülen eski yüzbaşı Muzaffer Tekin'in kimliği Radikal gazetesine göre, solun ve sağın milliyetçi kesiminin oluşturduğu 'Kızılelma' koalisyonunu işaret ediyor.[2]

12 Eylül döneminde ordudan ihraç edilen Tekin'in 'Türkeli' dergisine yazılar yazdığı belirlendi, evinde 'Türk Solu' dergisinin tüm sayıları bulundu. Tekin'in, derin devletin KKTC'deki örgütlenmesi olarak bilinen Türk Mukavemet Teşkilatı (TMT) ile de bağlantılı olabileceği belirtiliyor.

Harp Okulu'ndan 1972 yılında mezun olan Tekin, JİTEM'in kurucusu olarak bilinen ve JİTEM'in yasadışı faaliyetlerini açıkladıktan sonra faili meçhul cinayete kurban giden Cem Ersever'in de sınıf arkadaşı.

Tekin'in Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ndeki cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde dönemin Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş'a destek için hazırlanan 'Milli davamızın ve Rauf Denktaş'ın arkasındayız' isimli bildiriye 'emekli subay' sıfatıyla imza koyduğu belirlendi.

Bildiride eski Başbakan Bülent Ecevit, Yekta Güngör Özden, Vural Savaş ve emekli orgeneraller Edip Başer, Doğu Aktulga, Tuncer Kılınç gibi isimlerin de imzası bulunuyor. Denktaş'a destek kampanyası kapsamında sık sık KKTC'ye gidip gelen Tekin'in Kıbrıs ilgisinin bununla sınırlı olmadığı, Tekin'in 1957 yılında faaliyete geçen Türk Mukavemet Teşkilatı'yla (TMT) bağlantısının bulunduğu iddialar arasında.

TMT'nin adı, Ankara'da ortaya çıkarılan ve devlet bağlantılı olduğu ileri sürülen 'Sauna Çetesi' soruşturmasında da geçmişti. Sahte Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) kimliğiyle yakalanan çete lideri Kasım Zengin, şikeden haraç almaya kadar birçok konuda suçlanan 'sauna çetesi'nin 'Türk Mukavemet Teşkilatı' adı altında örgütlendiğini, çetede emekli ve halen görevdeki bazı subaylar, MİT görevlileri ve Emniyet mensuplarının da yer aldığını ileri sürmüştü. Küre Operasyonu'nda eski Emniyet Genel Müdür Yardımcısı Ertuğrul Çakır ve Özel Kuvvetler Komutanlığı'nda (ÖKK) görevli yüzbaşı Nuri Gökhan Bozkır'ın da adı geçiyor.

Tekin polisten kaçtığı dönemde emekli başçavuş Mahmut Öztürk'ün evinde saklandı. Öztürk'ü komşuları, cumhuriyetçi biri olarak tanımlıyor. Tripleks villanın geniş bir bahçesi bulunuyor. Çevredeki emlakçılar, evin bedelinin yaklaşık bir milyon YTL olduğunu ifade ediyor..[3] İsminin açıklanmasını istemeyen bir komşusu Radikal gazetesi'ne (22 Mayıs 2006) şunları söyledi:

"Sohbetlerimizde Atatürk'ten, Cumhuriyet'in değerinden bahseden bir insandı. Nasıl böyle bir olaya karıştığını aklım almıyor. Öztürk'ün bu olay ile ilgisi olamaz. Bu villayı da üç yıl önce metruk bir halde iken aldı. Yavaş yavaş onardı ve tamamladı. Burası köy tapulu olduğu için ucuz bir araziydi. Ama ben bu evi yapmak için çok borca girdiğini biliyorum" dedi.

Tekin Susurluk Skandalı'nın kilit isimleri ile de görüntülendi ve bu fotoğraflardan hareketle Susurluk ile bağlantısı olduğu iddia edildi. Kısacası geçmişi karanlıklarla dolu, yasadışı işlerde çalışmış bir kişidir.




ŞAHIS HAKKINDA BAŞKA KAYNAKTAN ALINAN BİLGİLER ;

Danıştay saldırısının kilit ismi eski yüzbaşı Muzaffer Tekin’in gazino bastığı için Türk Silahlı Kuvvetleri’nden atıldığı ortaya çıktı. Tekin’in 1985 yılında genç teğmenleri bir lokantaya saldırıda bulunmaya azmettirdiği öne sürülüyor. 21 Mayıs 2006 Pazar 02:46Danıştay saldırısının kilit ismi eski yüzbaşı Muzaffer Tekin’in gazino bastığı için Türk Silahlı Kuvvetleri’nden atıldığı ortaya çıktı. Tekin’in 1985 yılında genç teğmenleri bir lokantaya saldırıda bulunmaya azmettirdiği öne sürülüyor.


Saldırıya uğrayan yerin ise Tuzla’nın bilinen mekanlarından ‘Doktor’un Yeri’ isimli lokanta olduğu belirtiliyor. ‘Doktor’un Yeri’ isimli eğlence mekanının bugünkü sahipleri işletmeyi dört yıl önce devraldıklarını ve geçmişte yaşanan olaylardan haberlerinin olmadığını söylüyor. İddialara şöyle göre Tekin, Tuzla Piyade Okulu’ndayken TSK’dan atılmasına neden olan baskın olayı iddialara göre gelişti: “Piyade Okulu’nda muvazzaf subay temel kursu gören genç teğmenler Doktor’un Yeri’nde yemek yedikten sonra gelen hesabı kabarık bularak itiraz ederler. O yıllarda söz konusu işletmenin sahibi emekli bir astsubaydır. İşletmenin sahibi emekli bir astsubay olduğunu belirterek, teğmenlerden yanında paraları yoksa daha sonra getirmelerini ister. O sırada çıkan arbedede bazı teğmenler garsonlar tarafından tartaklanır. Olaydan sonra Tuzla Piyade Okulu’na dönen teğmenleri, nizamiyede nöbetçi amir olan Muzaffer Tekin karşılar. Tekin ‘Subay dayak yemez’ diyerek teğmenleri bir arabaya doldurarak Doktor’un Yeri’ne geri gönderir. Yaşanan çatışmada kapı ve pencereler kırılır ve işletme harabe haline gelir. Olaydan sonra olay yerine kolordu Komutanı gelir. Kursiyer teğmenler kurs süreleri dolmadan kıtalarına sevk edilir. Tekin ise olayı azmettirmesi nedeniyle ordudan uzaklaştırılır.” Dün bir gazetede Danıştay saldırısını organize ettiği belirtilen Tekin’in irtica gerekçesiyle ordudan atıldığı öne sürülmüştü. YAŞ kararıyla ordudan atılan subayların kurduğu Adaleti Savunanlar Derneği (ASDER) Genel Başkanı emekli Tuğgeneral Adnan Tanrıverdi, söz konusu haberin gerçeği yansıtmadığını ifade ederek, eski yüzbaşı Tekin’in dini görüşlerinden dolayı irtica gerekçesiyle ordudan atıldığı konusunda bir bilgi olmadığını kaydediyor.


Tam bir askerlik delisi


Saldırgan Alparslan Arslan’ın en çok telefon görüşmesi yaptığı Muzaffer Tekin’in kişiliği hakkında ilginç bilgiler de ortaya çıkmaya başladı. Kendisini tanıyanlar, Tekin için “Askerlik delisiydi.” diyor. Tekin’in generalliğe yükselmek için Harp Akademileri Komutanlığı’nın kurmaylık sınavını kazanamamasını kendisine yediremediği belirtiliyor. Kurmay olamayan eski yüzbaşının bu nedenle aşırı agresif ve disiplin düşkünü olduğu söyleniyor. Emrinde bulunan bir subay, Tekin hakkında “Tam bir askerlik delisiydi. Eğitimde yat dediği zaman kendisi çamuru seçer gider oraya yatardı. O zaman sıkıysa sen de çamura yatma. Çamura tam yatmadın mı gelip sırtına basardı. Yönetmeliğe aykırı tal ederdi. Eğittiği erler gittikleri usta birliklerinde kapışılırdı. Askerleri sıkı bir eğitimden geçirirdi. Bu yüzden askerleri seçkin birlikler arasında kabul edilirdi. Çok küfür ederdi.” diyor. Bir başka subay ise “General rütbesine yükselmesi için gerekli olan kurmaylık imtihanını kazanamamıştı. Kurmay olamadığı için komplekse girdiği anlatılırdı. Agresif tavırları da bundan kaynaklanıyor denilir.” diye konuşuyor. Muzaffer Tekin’in bölüğünde askerliğini yapmış bir yedek subay ise kendisini şu sözlerle anlatıyor: “Nöbetçi olmasa da gelip yatakhaneleri dolaşırdı. Dolapları kontrol ederdi. Tıraş kutunuz talimnamelerdeki yerinde değilse yandınız. Şınav cezası verirdi. Bir gün hiç unutmuyorum, yemekhanede nöbet tutuyorduk. Tekmil verdik. Çok iyi hazırlık yapmıştık. Eksiğimiz yoktu. Hakaret etmesinden çok korkardık. Her şeyi beğendi. ‘Disiplin çok süper ama bir de eğitiminiz nasıl. Bir de ona bakalım.’ dedi. Bizi yemekhanenin koridorunda yere yat emri verip süründürdü.”


Bir başka yedek subay ise özellikle asteğmenlerin Tekin’den çok çektiğini şu sözlerle anlatıyor: “Rütbe takmıştık. Orduda subay olmuştuk artık. Son günlerimizdi. Bizi yere yatırıp çamurun içinde süründürmesini unutmam. Kimisi dirsekleri ile kimisi ayak uçları ile sürünmeye çalışıyordu. Gelip sırtımıza bastı. Kişiliklerimizi pasifize etmek için mi yapıyordu bilemiyorum; ama giydiğimiz elbiseleri yıkasakda adam olmuyordu. Çamur öyle bir işliyordu ki o elbiseler atılıyordu.” Bir başka yedek subay ise şu bilgileri veriyor: “Kış günü piyade subay adayları Tavşan Tepe’ye eğitim için giderdik. Tekin, 8. Bölük komutanıydı. Biz normal yoldan köprüden geçerek giderdik. O bölüğünü kış günü buz gibi derelerden yarı beline kadar suya sokarak götürürdü. Gecenin bir vakti kaldırır bölüğünü bağırtırdı. Tugay komutanı yaptıklarına ses çıkarmazdı.”

SABAH GAZETESİ MUSAFFER TEKİN RÖPORTAJI :

Danıştay saldırısının olay adamı Muzaffer Tekin ilk kez konuştu. Alparslan Arslan meczup, hiç ilgim yok. Ordudan atılmadım emekli edildim, Necip Torumtay 'Bu, darbe bile yapar' diyordu.


ÖLMEDİĞİME ÇOK ÜZÜLDÜM

"Arandığımı duyunca komplo diye düşündüm. 7 santimlik sustalıyı kalbime iki kez sokup çıkardım. Kendimi Salih Bozok gibi hissettim. Ölmediğime çok üzüldüm. Ben ölmeliydim... Alparslan Arslan, karşı büroya gelip giderdi. Onu sonradan hatırladım. Bu meczupla hiçbir ilgim yok..."


ÜST RÜTBELİLERİ EĞİTİRDİM

"Ordudan atılmadım, resen emekli edildim. Yüzbaşıyken bile daha yüksek rütbelilere eğitim verecek pozisyona getirdiler. Necip Torumtay Paşa benim için "Bu yüzbaşı orduda bu kadar etkili, ileride darbe bile yapar" diyordu.


Polis benden etkilendi

"Konuştuğumda karşımdakini etkilerim. Gözaltında beni sorgulayan polis, dışarı çıkınca 'Ben ikna oldum, fazla etkilendim. Başkası sorguya devam etsin' demiş."

O meczupla sadece beş kez görüştüm

Danıştay saldırısından sonra gözaltına alınan emekli asker Muzaffer Tekin ilk kez konuştu: "Arslan'la biri telefonda olmak üzere 5 kez görüştüm. Benim üzerimden askeri yıpratmak istediler, sadece o yüzden intihara kalkıştım".


Bugünkü Pazartesi Sohbeti konuğu farklı bir isim. Danıştay saldırısında gözaltına alınan, basında hakkında ordudan atılma, olayın azmettiricisi şeklinde haberler çıkan Muzaffer Tekin. Hani yakalanmadan önce kendisini kalbinden bıçaklayan eski asker. Gözaltına alındıktan sonra delil yetersizliğinden beraat eden Tekin'e görüşmek için telefon ettiğimde ne yalan söyleyeyim, umutsuzdum. "Konuşmaz" dediler, "Kimseye tek kelime etmeme kararı aldı" diye beni uyardılar. Araya ne gazeteciler girdi, dönem arkadaşlarını kullandılar yine olmadı ama "Bir dene istersen" dediler. Gazetecilikte imkansız yoktur zor olan vardır hesabı çevirdim numarasını. Önce bir süre sohbet ettik ardından buluşmak üzere sözleştik. Muzaffer Tekin, Kadıköy'de bir apartmanın girişinde karşıladı beni. İyi giyimliydi. Son derece kibar konuşuyordu. Peki yolda her rastlayanın "Komutanım" diye ellerine sarıldığı bu adam gerçekte kimdir? Muzaffer Tekin 56 yaşında, yedi göbek asker çocuğu. Babası albay Salih Tekin, dedesi miralay Ahmet Rıza, büyük büyük dedeleri Kale-i Sultaniye kumandanı Mirliva Cevat Bey, Sancak kumandanı Ali Naşit Bey ve yeniçeri ağası Örneksiz Mustafa Ağa. Tekin Kıbrıs Barış Harekatı'nda da bulunmuş, üstün hizmet madalyasıyla ödüllendirilmiş. Hatta Kıbrıs Harekatı'nı kapak yapan Time dergisinin kullandığı fotoğrafta yine o var. Her cümlesinde orduya ve Atatürk'e olan bağlılığını dile getiren Tekin ile yaklaşık 2 saat sohbet ettik. Ben hakkındaki iddiaları sordum, o da yanıtladı. "Bana yargısız infaz yapıldı, adım lekelenmek istedi, askeri benim üzerimden yıpratmak isteyenler sert kayaya çarptı, alnım açık" diyen Tekin'in söylediklerini ilgiyle okuyacağınızı düşünüyorum.


ORDUDAN ATILMADIM RESEN EMEKLİ EDİLDİM

Konuşmalarınızda sık sık Türk Silahlı Kuvvetler'ne olanbağlılığınızı dile getiriyorsunuz. Mahallenizde herkes size komutanım diye hitap ediyor. Siz ordudan atılmamış mıydınız?

-Ben kesinlikle ordudan atılmadım. Resen emekli edildim. Onun nasıl olduğunu da anlatayım size. Tuzla Piyade Okulu'ndayken bir gün 4 teğmen gazinoda dövülüyor. Sonra teğmenin arkadaş grubu onları dövenleri dövüyor. Nöbetçi amiri teğmenlerin isimlerini ordu komutanına bildiriyor.Benim hakkımdaki suçlama ise teğmenleri toplu olarak dövmeye azmettirmek.

Siz böyle bir şey yaptınız mı?

-Hayır efendim, yok böyle bir şey. Mahkemem devam ederken askeri şura toplanıyor ve beni disiplinsizlikten resen emekli ediyorlar. Öncelikle yapılan büyük bir haksızlık çünkü daha mahkemem devam ediyor ve alınmış bir karar yok. Askeri Şûra'da beni tanıyan bir iki kişi, rahmetli Turgut Özal'a "Aman dikkat ediniz, önemli bir şahsiyettir, bize lazımdır" diyorlar ve 6 orgeneral şerh koyuyor. Necdet Üruğ Paşa kalkıyor ve diyor ki "Ben konuyu bizzat inceledim, bu kişinin emekli edilmesi lazımdır." Bir Genelkurmay Başkanı böyle derse ne olur? Emeklilik kararı oy çokluğuyla aleyhime dönüyor.

Peki hakkınızdaki dava ne oldu?

-Orası da ilginç. Ben emekli olduğum için dava sivil mahkemeye gidiyor ve ben o mahkemede beraat ediyorum. Hayatımda en çok üzüldüğüm, kendimi kahrettiğim dönemdi. Bugün bile bu yaşadıklarım o günkü ruh halimin yanında az kalır. Avukat Burhan Apaydın'a gittim, hikayemi anlattım. Bana bunu yılın davası yapacağını, ortalığı ayağa kaldırabileceğimizi söyledi. "Ben bu kuvveti elimdeki kağıtlar gibi sallayacağım" dedi. Hemen vazgeçtim. Ben bana yapılan haksızlık olsa bile, TSK'nın manevi şahsiyetine tek bir laf gelmesini istemiyorum.

ASKERE ÇUVAL GİYDİRİLİNCE 10 GÜN UYUYAMADIM

Madem bu kadar gelecek vaat eden bir askerdiniz niye size haksızlık yapıldı?

-Yüzbaşı rütbesinde bile yanımdakileri son derece iyi yöneten, önemli eğitimler veren biriydim. Hatta tümgeneral rütbesindeki bir büyüğüm yaptığım çalışmaları görmüş, etkilenmiş ve "Yazık oluyor bu çocuğa" diye beni 1 hafta içinde daha yüksek rütbelilere eğitim vermemi sağlayacak pozisyona getirdi.

Kıskançlık mı yani?

-Öyle bakmamak lazım. Necip Torumtay Paşa benim için "Bu yüzbaşı orduda bu kadar etkili, ileride darbe bile yapar" diyordu. Biraz oradan bakmak lazım. Askerlerimizin başına çuval geçirildiğinde on gün uyumadım. Genelkurmay Başkanı'na mektup yazdım. O kadar hassas bir durumdayım bu memleket meselelerinde.

Siyasi görüşünüz nedir? Ülkücü müsünüz yazıldığı gibi?

Hayır asla ülkücü değilim. Ülkücü arkadaşlarım vardır. Ben daha çok ulusalcıyım. Bir süre önce ülkücü gençler bana bir takvim getirdiler. Birinci sayfada Türkeş'in fotoğrafı. Atatürk'ü birinci sayfaya almanız gerekiyor dedim, onları yolladım. Subay ve centilmen olarak tanımlayabilirim kendimi.


Ne demek o?

-Geçmişte birtakım kategoriler yaparak bizi birbirimize düşürdüler. Ben artık iki kategori yapıyorum. Ülkesini sevenler, sevmeyenler. Ben sevenler tarafındayım. Aile terbiyem yetişme biçimim olarak da tam bir Atatürk milliyetçisiyim.

Sizin gibi biri ordudan ayrılınca...


-Ölür değil mi? Öyle derler. Siz söyleyemediniz ama ben biliyorum. Ben de öyle olacağını düşünmüştüm. Ama ağabeyim bana çok destek oldu. Bu yazıhanenin 1980'li yıllardan beri sahibi. Beni de oturttu başına. O zaman petrol ticareti yapıyordu. İşten güçten, ticaretten anlamam ki. Yine de bana çok destek oldu.

Gelelim o güne... Danıştay saldırısını duyduğunuz zaman ne yaptınız?

-Biz önce o meczubun tanıdığımız biri olduğunu anlamadık. Kendi kendimize olayı yorumluyor tartışıyoruz yine. Sonra akşam evime polisler gitmiş. Onun benimle ilişkilendirildiğini ancak polisin bıraktığı zabıttan öğrendik. Hatta kağıdı Şişli Noteri Mehmet Bey'den almışlar. Mehmet Bey, ismimi görünce aman demiş, bu olay ülkücülerin üzerine atılıyor, ülkücüler böyle bir şey yapmaz. Ben ülkücü değilim, o ayrı. Ama herkes şaşırmış tabii.


Niye hemen teslim olmadınız?

Önce olayı bir görelim, sonra teslim olalım dedik. Nedir, kimdir, boyutu nedir, niye benimle ilişkilendiriliyor? Çerçeveyi görmek istedim. Yani bana yönelik bir komplo mu yoksa yanlışlık mı, nedir? Cumartesiye kadar bir arkadaşımın evinde kaldım. O güne kadar ne televizyon ne de gazete, hiçbirine bakmadım. Ama içimde bir sıkıntı var. Bulunduğum yerden her televizyon çekmiyor kanal 7'yi buldum. Aslında bunlar şimdi olayı taraflı verirler diye düşünmüyor değilim. O sırada gazetelerdeki başlıkları okuyorlardı. 80 yılında ordudan atılan Albay kod adlı biri diye yazıyordu.


SİLAHIMI ARADIM, CEBİMDE BIÇAĞI BULDUM


Kod adınız Albay mı?

-Öyle bir şey yok. Sadece bana öyle seslenirler, 'Komutanım' derler. Bazen 'Paşam' derler. Ama anladım tabii başımdaki belayı. Bir anda bütün tablo ortaya çıktı.

Daha kimse tamamen anlamadı ne olduğunu, siz nasıl anladınız

-Şunu anladım, bütün haberlerde benim şahsiyetim üzerinden orduya yönelik birtakım suçlamalar yapılıyordu. Yani hedef ben değildim. Ben birtakım kişilerin ordu üzerinde oyun oynaması için seçilen biriydim sadece. O anda ölmeye karar verdim.


İyi de ölseydiniz sizin mantığınızla herşey daha çok üzerinize kalmayacak mıydı?

-Olabilir ama ben o anda bunu düşünmedim. Zaten ben bunu fark edene kadar ağabeyim ve arkadaşlar olanı biteni görmüşler. Benim nasıl piyon olarak seçildiğimi, komploya kurban gittiğimi. Silahımı aradım. Yoktu yanımda. Cebimdeki sustalı bıçağı buldum.



ÖLMEDİĞİME ÜZÜLDÜM ASLINDA ÖLMELİYDİM


Ne büyüklükte bir bıçak bu?

-7 cm'lik bir şey. "Ölmesini bilmeyen öldüremez" derler. Bu onursuzlukla yaşayamayacağıma karar verdim. Kendimi Atatürk'ün yaveri Salih Bozok gibi hissettim.


Ne demek o?


-Acının o kadar büyüğünü yaşadım yani. Öylesine içim acıyordu. İki elimle yüklenerek 7cm'lik bıçağı tam kalbime iki kez soktum, çıkardım. O kadar ölmek istiyordum ki iki elimi kullandım, kalbimi hedeflemek için. Ait olduğum asker çevresine bir söz gelmesini asla kabul edemezdim. Beni kurtarmışlar. Arkadaşlarımın beni hastaneye götürüp kaçtığını yazdılar. Onlar hep oradaydı. Kendime geldiğimde size ne kadar üzgün olduğumu anlatamam. Ölmediğime üzüldüm, inanın bütün içtenliğime. Ben aslında ölmeliydim Balçiçek Hanım.



EŞİM 'ALYANSIN BENDE SAATİN KIZINDA' DİYORDU


Bugün de öyle mi düşünüyorsunuz?

-Evet. Bugün aynı konumda olsam yine ölmeye çalışırdım. Ama madem ölmeyi beceremedik dedim kendi kendime bari bana bunu yapanları ortaya çıkarayım; kendi adımı ve askerin şerefli adını kirletmeye kalkanları bir bir deşifre edelim.

Ya aileniz? Onları da düşünmediniz mi?

-Düşünmedim. Kızım annesine o ölürse ben de ölürüm diyormuş. Biz böyle bir aileyiz. Şerefimiz her şeyden önce gelir. Ama eşimin bana bağıran görüntüsü hiç aklımdan gitmiyor. "Alyansın bende, saatin kızında, bizim için güçlü ol" diyordu. Ben de güçlü olmaya çalıştım çünkü sonuna kadar haklıydım.

Danıştay saldırganı Alparslan Arslan ile ne zaman tanıştınız?

-Önce uzun süre kim olduğunu anlamadım, o kadar hatırlamadım yani. Sonra ağbeyim hatırlattı "Bu çocuk o çocuk" diye. Avukat Adnan Bey'in kız kardeşiyle evli Orhan vardı. Arslan onun ev arkadaşıydı. Orhan "Benim evde kalıyor" demişti. Birkaç kez bizim bürodaki topluca konuşmalarımıza, o da katılmıştı. Sadece 4 kez gördüğümü hatırlıyorum. Son 1,5 yıldır hiç bağlantım olmamış zaten.


Telefon kayıtlarından konuştuğunuz belgelendi.

-Yalnızca bir kez konuştuk, başka bir şey değil. "Ona da iyi bakmanız lazım" dedim çünkü ya bayramdır ya da öyle bir gün. Beni kutlamak için aradı. Sadece budur yani. Zaten tüm bayramlarda beni arayanları listelerim, sonradan teşekkür için. Nitekim dediğim gibi çıktı. Zaten bu meczup benimle ilgisi olduğunu kabul etmedi. "O kim ki ben ondan emir alacağım" diye ifade verdi. Doğru çünkü hiç alakamız yok. Emniyet beni 1 yıldır dinliyormuş. Bu kadar sürede hiç mi suç oluşturacak şey bulamadılar yani? Bulamazlar çünkü yok, ilgim yok.

Demin "Arslan'ı sonradan hatırladım" dediniz. Nasıl biriydi?


-Arslan son derece içine kapanık biriydi. Söze karışmaz, sadece konuşulanları dinlerdi. Bir köşede otururdu. Meczup, sessiz biriydi.

Bu toplantılar neyin nesi? Neler konuşuluyor? Herkes katılabilir mi?


-Dileyen herkes katılır tabii. Bakın bugün de bizim gibi düşünen, demin bahsettiğim özellikleri bulunan kaç kişi dışarda bekliyor. Bu kişilerle memleket sorunlarını tartışırız, ben konuşmalar yaparım. Gözaltında beni ilk sorgulayan polis, 'Senden çok ikna oldum' dedi. Dışarı çıkıp "Etkilendim, başkasını bulun yerime" demiş. Başkası sorguyu sürdürdü. Hitabetimin iyi olduğunu söylerler.

Başbakan siz serbest kaldıktan sonra "Beraat etmesi yetmez" diye bir açıklama yaptı. Gül, azmettirici ordudan atılma diye profilinizi çizdi. Ne diyeceksiniz?

-Talihsiz açıklamalar. Benim şahsiyetimle orduya zarar vermek istediler ama olmadı çünkü karanlık değilim, benim alnım açık. Tam tersine hayatımı askerliğe adamış bir Atatürk mililiyetçisiyim. Oyunları tutmadı.



--------------------------------------------

Perşembe, 16 Ağustos 2007 Tarihinde yayınlanan bir haber ;


Muzaffer Tekin Alman Ajanı Çıktı

Sözde ulusalcı geçinen çetelerin uclarının nerelere kadar vardığını zamanlan dahada anlıyacaktır halkımız bazı kesimler tarafındna kahraman ilan edilen emekli yüzbaşı hakkında sizler için ilginç bir konuyu yayınlamak istedik tabşii bunlar ,iyi çocuklar denilen kişilerdir El bombalarıyla yakalanan "vatansever güçler" operasyonunda tutuklanan Muzaffer Tekin'in, 2003 yılında Alman Emniyeti tarafından uyuşturucu kaçakçılığı suçlamasıyla takip altına alındığı ortaya çıktı.. Ümraniye'de bir gecekonduda ele geçirilen el bombalarıyla başlayan "vatansever güçler" operasyonunda tutuklanan Muzaffer Tekin'in, 2003 yılında Alman emniyeti tarafından "uyuşturucu kaçakçılığı" suçlamasıyla takibe alındığı ortaya çıktı. Resmi raporda, Tekin'in yanı sıra Doğuş Faktoring şirketinin ortaklarından Ertuğrul Yılmaz ile Danıştay saldırısına karışan Ayhan Parlak isimleri de geçiyor. RESMİ RAPOR VAR Niedersachsen Eyaleti Emniyet Genel Müdürlüğü'nün Hannover Narkotik Şubesi'ne gönderdiği Willi Neumann imzalı raporda, 11 Şubat 2003 tarihinde Ertuğrul Yılmaz, Ayhan Parlak ve Muzaffer Tekin'in telefon görüşmelerinin dinlemeye takılan kayıtları yer alıyor. Söz konusu belgede, Tekin, Yılmaz ve Parlak için "Türk kökenli uyuşturucu tüccarlarının ve kaçakçılarının telefonlarında yaptığımız dinlemenin durum değerlendirilmesi" deniliyor. Vatanseverler soruşturması kapsamında polisin mercek altına aldığı Doğuş Faktoring şirketinin kurucusu olan Ertuğrul Yılmaz, 23 Nisan 2003'te Almanya'da öldürülmüştü. SABAH'ın ele geçirdiği belgeye göre, Yılmaz, ölümünden 2,5 ay önce Alman Emniyeti tarafından takibe alınmıştı. Belgede Tekin, Yılmaz ve Parlak için, "Kısa bir süre içerisinde yüklü miktarda uyuşturucunun Almanya'ya getirilmesini planlamaktalar. Telefon dinlemelerinden yaptığımız değerlendirmeye göre, bu konuda 3. bir şahıs daha bulunmaktadır. Bu şahsın adı Muzaffer Tekin olarak tespit edilmiştir" ifadesi kullanılıyor. Muzaffer Tekin, Alman Emniyet belgelerinde uyuşturucu trafiğini organize etmekle suçlanıyor. Belgede şöyle deniliyor: "Muzaffer Tekin adlı şahıs 3 ay evvel Almanya'ya sahte bir kimlikle seyahat etmiştir. Kendisi Hannover merkezde sık sık bulunmaktadır. Yaptığımız araştırmalara göre, Almanya'ya birçok kez giriş çıkış yaparak, uyuşturucu trafiğini muhtemel olarak organize etmektedir." Belgede ayrıca, Niedersachsen Eyalet Başsavcılığı'nın Tekin'le ilgili herhangi bir Schengen ülkesine giriş yapması durumunda, "sahte kimlik kullanmak ve uyuşturucu kaçakçılığından" derhal tutuklanmasına karar verildiği belirtiliyor. 'YOLCUMUZ YOLA ÇIKTIĞI ZAMAN HABER VER' ALMAN Emniyeti'nin belgelerine göre 11 Şubat 2003 tarihinde Ertuğrul Yılmaz ile Muzaffer Tekin arasındaki konuşma şöyle: Ertuğrul Yılmaz: Üstat nasılsın, iyi misin? Muzaffer Tekin: Sağ ol kardeşim ben iyiyim. Sen nasılsın? Yılmaz: Ben de iyiyim, bildiğin gibi. Tekin: Ben burada her şeyi hazırladım. Yapılacak seyahat muhtemelen haftaya olacak. Yılmaz: Her şey kontrol altında mı? Herhangi bir problem yaşamayalım. Tekin: Sınır kapılarında herhangi bir problem çıkmaz, her şey kontrolümüz altında. Yılmaz: Tamam üstat. Sen gelecek misin? Tekin: Evet muhtemelen iki hafta sonra. Belgede bu noktada şöyle bir not yer alıyor: "Telefon görüşmesi Türkiye'deki şahsın telefonunun kapanmasıyla kesilmiştir. 22.35'de tekrar kayıt alımı başlamıştır." Yılmaz: Ne oldu? Görüşmemiz kesildi. Tekin: Benim telefon kartım bitti de, o yüzden kesildi. Yeni kart aldım, şimdi görüşmemize devam edelim. Yılmaz: Dediğim gibi üstat yolcumuz yola çıktığı zaman ve tam talimat ver de sorun yaşamayalım. Tekin: Tamam. Ayhan ne yapıyor, nasıl iyi mi bari, ne arıyor, ne hatırımızı soruyor? Yılmaz: Ayhan da, Atilla ile Hamburg'a gitti orada bir iş vardı da anlayacağın. Tekin: Tamam ona da selamımı ilet. 'Tekin Almanlara ajanlık yaptı' Muzaffer Tekin hakkında Alman Emniyetinin uyuşturucu kaçakçılığı suçlamasıyla takip edildiği bilgisini veren belgeleri, bir dönem Alman Narkotik Dairesi için teknik takip memuru olarak görev yapan Talip Doğan Karlıbel ortaya çıkardı. 600 SAYFALIK DİNLEME Tekin'in Doğuş Faktoring'te ortağı olduğu Ertuğrul Yılmaz'ın Almanya'da uyuşturucu ticaretinden dolayı öldürüldüğünü öne süren Karlıbel, Doğuş Faktoring'in uyuşturucu işinden elde edilen paraların aklama için kullanıldığını iddia etti: "Muzaffer Tekin, İstanbul'daki Alman Konsolosluğu'nda bulunan Alman Narkotik irtibat memuruyla buluşarak onunla bazı konularda işbirliğine gitmek istemiştir. Bu bir nevi, kendi yaptıkları işlerin ortaya çıkmaması için bir kılıftı. Ama kendisinin ve iş ortaklarının Alman Emniyeti tarafından dinlendiğinden habersizdi. Çünkü, Alman Emniyeti'nde, Ertuğrul Yılmaz, Ayhan Parlak ve Tekin'in yaptığı kaçakçılık üzerine, 600 sayfa telefon dinlemesi kaydı vardı."

Kurtlar Vadisi Pusu




2007, PANA FİLM

Necati Şaşmaz : Polat Alemdar
Nefise Karatay : Ahu Toros
Gürkan Uygun : Memati
Kenan Çoban : Abdülhey
Sönmez Atasoy : Halo
Erhan Ufak : Erhan
Can Gürzap : Davut Tataroğlu
Selçuk Özer : Turan Kaçgar
Zafer Algöz : Yalçın Yıldız
Tamer Yiğit : Selçuk Toros
Erdem Ergüney : Deli Hikmet
Kerem Fırtına : Eren Eylül
Emin Olcay : Ömer Candan
Serpil Tamur : Nazife Candan


“Kurtlar Vadisi – Pusu” işadamı Çağrı Toros’a yapılan suikastla başlıyor. Olayı bir terör örgütü üstlenmiş ve eylemin tetikçileri yakalanmıştır.

Ancak Polat Alemdar, suikastın arkasında açıklananlardan başka nedenler ve güçler olduğuna inanmaktadır. Öncekiler gibi bu davanın da gerçek failler bulunmadan kapanmamasını ister. Artık faili meçhuller, sebep ve sonuçlarıyla, çağın en önemli silahı olan “para” üzerinden takip edilecektir.

Adım adım delillere ulaşmaya başlayan Polat, Toros Ailesi’yle doğrudan temas kurmaya çalışır. Benzer eylemlerde uygulanan stratejilerin tekrarlanacağı beklenirken, kötü bir sürprizle karşılaşılır.

Polat’ın ekibi “Pusu”ya düşürülmüştür…